Yazan: Merve Selamet
Bugün hepimiz ülkemizin çöplüğe dönmesinden şikayetçiyiz.
Denizlerdeki plastiği yiyen balıklarda bulunan plastik maddeleri gıda yoluyla almaktan endişe duyuyoruz. Çöplerimizden çıkan yangınlarla kaybettiğimiz hektarlarca orman, ciğerlerimizi yakıyor. Peki gerçekten bu dünyada çöpüne sahip çıkmak bu kadar mı zor?
Bir suç draması olarak efsaneler arasında yerini alan Sopranos dizisi, bu konuya dikkat çekici bir perspektiften yaklaşıyor. İlk yayınlandığı dönemde (1999-2007) günümüzdeki kadar ön planda olmayan iklim değişikliği konusuna atık yönetimi kavramını sahiplenerek değinen dizide, bu konu ana karakter Tony Soprano’nun suç dünyasındaki faaliyetlerinin merkezinde yer alan bir tema olarak işleniyor.
Birinci bölümde geçirdiği panik atak sonucunda psikoloğa giden Tony’ye mesleği soruluyor ve Atık Yönetimi Yöneticisi olduğunu söylüyor. O ve O’nun yasa dışı faaliyetler yürüten ailesi, atık yönetimi şirketlerini paravan olarak kullanıyorlar. Kirli işlerini bu şirket üzerinden temizliyorlar da diyebiliriz. Söz konusu şirketin adı Barone Sanitation… Burası dizide sıkça bahsedilen ve Tony’nin yasadışı işlerinde kilit rol oynayan bir şirket.
Dizide çöp toplama ihalelerinde rekabeti manipüle etmek, rakip şirketleri tehdit etmek veya belediye yetkililerine rüşvet vermek gibi gerçek dünyada da haber bültenlerine konu olan faaliyetler işleniyor. Bu tür eylemler, yasa dışı işler peşindeki Soprano ailesinin gücünü ve etki alanını genişletmek için kullanılıyor.
Atık yönetimi sektöründeki faaliyetleri aynı zamanda Tony Soprano ve ailesinin ekonomik ve politik güç kazanmasını da sağlıyor. Dizi, çöp toplama işlerinin yasa dışı faaliyet gösterenler için sadece bir gelir kaynağı olmakla kalmayıp, aynı zamanda politik bağlantılar ve etki yaratma aracı olduğunu da böylelikle gözler önüne seriyor.
Dizideki bazı karakterler ve çatışmalar, atık yönetimi işine doğrudan bağlı. Bu iş kolundaki rekabet, ihanetler, anlaşmazlıklar ve güç mücadeleleri, hikâyenin önemli bir parçası. Özellikle Tony’nin atık yönetimi işindeki ortakları ve rakipleriyle olan ilişkileri, dizinin ilerleyişinde önemli rol oynuyor.
Dizi bu yönleriyle bu işin kirli yanlarını ortaya çıkarsa da “Sopranos” dizisinde gösterilen atık yönetimi pratikleri, bugünkü çevresel sürdürülebilirlik standartlarına uygun değil. Yasa dışı atık işleme yöntemleri ve çevreye zararlı atıkların kontrolsüz bırakılması, günümüzde iklim değişikliği ve çevre kirliliğiyle mücadele bağlamında ciddi endişelere yol açıyor. Ancak dizide yansıtılan yasadışı atık yönetimi faaliyetleri, çevresel düzenlemelerin önemini ve bu tür faaliyetlerin çevresel etkilerini günümüz perspektifinden daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Özellikle, atık yönetimi sektöründeki yasa dışı işlerin çevreye verdiği zarar, iklim değişikliği mücadelesindeki zorlukları ve düzenleyici gereklilikleri vurguluyor.
Dizide aynı zamanda panik atağıyla mücadele eden Tony Soprano’nun rahatlamak için ilkbaharda bahçede çiçeklerle uğraştığı bir andan bir telefonla çöplerin ortasına davet edildiği bir telefon aldığında yaşadığı ruhsal bunalıma da tanıklık ediyoruz. İlkbaharla birlikte karmaşık kişiliğinden daha yumuşak ve düşünceli yönleri ortaya çıkan Tony’nin, bu mevsimde çöplüğe gitmeye son vermesi de bize dış dünyanın tazeliği ile karakterin iç dünyasındaki çatışmalar arasında bir kontrast sunuyor.
“Sopranos” dizisinin çekildiği dönemden bu yana, toplumda çevre bilincinin ve iklim değişikliği konusundaki farkındalığın arttığı da malum. Bugün, atık yönetimi ve çevresel sürdürülebilirlik, şirketler ve toplumlar için çok daha önemli hale geldi. Günümüzde ülkelerin atıklarını birbirine satması, belediyelerin ormanlara gömdüğü çöpler yüzünden çıktığı tahmin edilen orman yangınları sıklıkla sorgulanan konuların başında geliyor.
Bugün hala yayında olan dizi, atık yönetimi ve çevre kirliliği gibi konuları ele alarak, izleyicilere bu konuların ciddiyetini ve gerçek dünyadaki etkilerini düşündürme fırsatı sunuyor. Toplumların ve yönetimlerin, çevre kirliliği ve iklim değişikliğiyle mücadelede daha etkin ve sorumlu yaklaşımlar benimsemesi gerektiğini gösteren “Sopranos”, aynı zamanda popüler kültürün bu tür önemli konulara dikkat çekmede ne kadar güçlü bir araç olabileceğini de ortaya koyuyor. Bu açıdan bakıldığında, dizi, hem tarihsel bir belge niteliğinde hem de günümüz çevre sorunlarına ışık tutan bir yapım. Peki ekranda ve perdede atık yönetiminden bahseden hikayeler bu kadar mı? Tabii ki değil.
Mesela hepimizin sevgilisi Wall-E’yi (2008) hatırlayalım. Çöplüğe çevirdiği dünyada yaşayamayan insanların uzaya giderken Dünya’daki atıkları temizleme görevi ile yapayalnız bıraktığı o küçük robot. Çöplerden gökdelenler yapan Wall-E, çöpler arasında bulduğu kasetlerden müzik dinler, film izlerdi. Aslında hep yaşama duyulan özlemi de hissettiriyordu. Derken bir gün çölün ortasında açan bir tomurcuğu aldı, karavanına attı. Bu esnada kader ağlarını örmekteydi. Kimseciklerin olmadığı bu terk edilmiş dünyada hiç beklemediği bir zamanda Wall-E’cik, Eve adında başka bir robotla tanışıyor ve ona âşık oluyor. Eve, Dünya’da yaşamın devam ettiğine dair kanıt aramak için dünyaya bırakılan bir robot. Bu iki robotun maceraları, insanlığı tekrar Dünya’ya dönmeye teşvik ediyor. Film, çevresel sorunlara dikkat çekerken, insanların doğaya karşı sorumlulukları üzerine yoğunlaşıyor. Tıpkı gerçek bir hikâyeden ilham alan Erin Brockovich (2000) filminde olduğu gibi.
Filmde California’daki PG&E adlı enerji şirket, Hinkley kasabasında bulunan bir enerji santralinde, su kuyularına sızan zehirli kimyasalları nedeniyle, bölgedeki yeraltı suyunun kirlenmesine neden oluyor. Çünkü bugün insanlar dünyayı sadece ürettiği çöple değil, kaynakları kullanma biçimiyle de kirletiyor. Bu durum nedeniyle de bölgedeki insanlar da sağlık sorunları yaşamaya başlıyor. PG&E, olayın ardından yerel halka ödeme yapmayı kabul ediyor. Ancak bu ödemeler, insanların yaşadığı sağlık sorunlarının ve çevresel hasarın tamamını karşılamadığı için, bölge halkı bu konuda bir avukat aramaya başlıyor. Bu noktada, Erin Brockovich devreye giriyor. Bölge halkı, Erin’in çalıştığı hukuk bürosuna başvurarak, PG&E’ye karşı dava açmak istiyorlar. Erin, davayı kazanmak için gizli gizli çalışmaya başlıyor. Enerji şirketinin bölgedeki insanların sağlık sorunlarına ve değerli toprakları mahvettiğine dair kanıtları topluyor.
Tüm bu hikayeler izleyiciye çevre ve iklim konularını sorgulamak ve ürettiği atığın farkında olması için birtakım çağrışımlar yapıyor. Peki bunlar yeterli mi? Bu büyük hikâye anlatıcılarının yapabilecekleri bunlarla sınırlı mı? Kesinlikle değil.
Son olarak perdede izleyiciyi hüsrana uğratsa da tanıtım çalışmalarında okyanuslardaki plastik atıklara odaklanan Aquaman 2: Kayıp Krallık (2023) filmine göz atalım. Film bir çizgi roman uyarlaması ve süper kahraman filmi olarak dünyayı kurtaran hikayesini gerçek hayata da taşıyor. Filmin başrol oyuncusu Jason Mammoa, tanıtım sürecinde katıldığı tüm program ve röportajlarda hikâyenin gerçek hayattaki karşılığını anlattı. Adeta evimizdeki bir çöp kutusu gibi kullandığımız denizlerde ve okyanuslarda bugün derinlerde yaşayan deniz canlıları plastiklerle birlikte yüzüyor. Aquaman gerçek olsaydı en büyük düşmanı da kuşkusuz bu plastikler olacaktı diyen Mammoa, hayranlarıyla birlikte California sahillerinde çöp topladı ve toplanan çöplerin geri dönüştürülerek ürüne dönüşmesi için yetkililere teslim etti. Büyük bir hayran kitlesi olan bu hikaye anlatım türü için gerçekleştirilen bu tanıtım kampanyasının tüm diğer büyük hikaye anlatıcılarına ilham vermesini umuyoruz. Çünkü gezegenimizde yaşamın sürdürülebilir olması için herkesin bu mücadelede kendine bir rol bulmasına ihtiyacımız var.