Yazan: Ekin Gündüz Özdemirci
Bireysel karbon ayak izini azaltmak için farkındalık yaratma girişimleri ve kampanyaları yapılıyor olsa da, birçok sektörün neden olduğu çevresel zararlar konusunda hala tam verilere sahip değiliz. Eğer bunu tam olarak bilseydik, iklim krizine karşı çözüm için sektörlerin eyleme geçmesinin ne kadar önemli olduğunu daha net görebilirdik.
Film yapımı da birçok doğal kaynağın tüketimine dayanan bir üretim süreci ve çevre etkisi konusundaki mevcut çalışmaların sonuçları dikkat çekici. Bu konuyu ilk kez 2015 yılında Birleşik Krallık Film endüstrisini örnek alarak incelemiştim. O dönemde görüştüğüm sektör temsilcilerinin görüşlerini ve yaptığım araştırmadan verileri güncelleyerek paylaşacağım.
Kaliforniya Üniversitesi (UCLA) tarafından hazırlanan “Film Endüstrisinde Sürdürülebilirlik (Sustainability in the Motion Picture Industry)” (2006) raporu, sinema ve televizyon endüstrisinin çevresel etkisi üzerine yapılmış ilk detaylı çalışma. Raporda, Hollywood’u da içine alan sektörün karbon ayak izi bölgedeki diğer sektörlerle karşılaştırılıyor. Raporun yazarları, Charles Corbett ve Richard Turco, sadece çevresel etkiye değil, aynı zamanda çalışma koşullarına da bakan geniş bir sürdürülebilirlik perspektifi benimsiyorlar. UCLA raporu ile, film sektörünün Los Angeles metropolitan bölgesinde hava kirliliğine en büyük katkıyı yapan sektör olduğu ortaya çıkıyor. Film yapımının, havacılık, turizm ve giyim gibi sektörlerden daha fazla kirlilik yarattığı tespit ediliyor. Enerji tüketimi ve sera gazı emisyonları açısından bakıldığında ise, film sektörünün havacılık ve giyim sektörlerine yakın olduğu görülüyor.
Görüşme yaptığım Londra merkezli Greenshoot adlı şirketin kurucularından yapımcı ve sürdürülebilirlik danışmanı Melanie Dicks’e göre, büyük bütçeli bir film, 2500 ila 3500 ton karbon salıyor; orta ölçekte bir film, sekiz ila on haftalık çekim süresiyle 500 ila 750 ton arasında, düşük bütçeli olarak nitelendirilebilecek bir film ise yaklaşık dört haftalık çekim süresiyle 100 ila 250 ton kadar salım yapıyor. British Film Institute’nin (BFI) Araştırma ve İstatistik Birimi’nin tahminine göre, Birleşik Krallık’taki film yapımının yıllık karbon ayak izi yaklaşık 149,760 ton. ABD merkezli sürdürülebilir yapım inisiyatifi Sustainable Production Alliance tarafından yakın zamanda hazırlanan rapora göre ise, 70 milyon doların üzerindeki gişe filmlerinin ortalama karbon ayak izi 3.370 ton veya çekim günü başına yaklaşık 33 ton. Yaklaşık 40 ile 70 milyon dolar arasında bütçesi olan büyük yapımlar 1.081 ton, 20 ile 40 milyon dolar bütçeli olanlar 769 ton ve 20 milyon doların altındaki küçük sayılan yapımlar ise 391 ton karbon ayak izine sahip. Gişe filmleri için, yakıt tüketimi karbon ayak izinin neredeyse yarısını oluştururken, hava yolculuğu ise %25’ini oluşturuyor.
Rakamlar bu şekilde çoğu kişiye pek bir şey ifade etmiyor, bu nedenle gündelik yaşamdan örneklere uyarlanıp anlaşılır hale getiriliyor. Tıpkı sera gazı salımlarının karbon cinsinden hesaplanması gibi bu uyarlamanın da ancak tahmini değerler sunduğunu bilmek lazım, bu kadar karmaşık bileşenleri kesin rakamlarla ölçmek imkansız. Bu nedenle, hesaplanabilenden daha fazla bir etki olduğunu düşünmekte de bir sakınca yok bence.
Bir ton, bir araba tarafından yapılan yaklaşık 3540 km yolculuğa eşit olarak tanımlanıyor. BFI A Screen New Deal raporuna göre, büyük bütçeli bir yapımda bir günlük çekim Avrupa’da yaşayan bir kişinin yıllık ortalama karbon ayak izine eşit. Bir saatlik çekim ise yaklaşık olarak Londra-New York arasında gidiş-geliş bir uçuşa bedel.
Aynı raporda, piyasa koşullarında çok yüksek bütçeli bir yapımın potansiyel etkisi ise şöyle tanımlanıyor:
► Enerji tüketimi, Times Meydanını aydınlatmaya 5 gün boyunca yetebilir.
► Yakıt tüketimi, ortalama bir araç deposunu 11,478 kez doldurabilir.
► Uçak seyahatlerinin toplamı, dünyadan aya 11 tek yönlü seyahate eşdeğer.
► Ortaya çıkan atık, 313 mavi balinanın ağırlığına eşdeğer.
► Kontrplak kullanımı, 2.5 kargo uçağının hacmine denk gelir.
► Plastik şişe kullanımı, 168 kişinin yıllık ortalama kullanımına eşdeğer.
Bu rakamlar diğer ekonomik sektörlere kıyasla düşük görünse de, film yapımına birçok sektörün dahil olduğu düşünülürse bu oranların daha da yükseleceği tahmin edilebilir..
Bir çekim sürecinde setlerde karbon salımının öncelikli sebepleri, elektrik tüketimi, fiziksel malzemeler, yakıt kullanımı ya da gıda atıkları olabilir. Genelde en fazla karbon ayak izininin enerji tüketimden kaynaklandığı düşünülse de, bu çekimin niteliğine ve teknik koşullara bağlı olarak değişebilir. Örneğin, daha yenilikçi düşük enerjili aydınlatma çözümlerini kullanarak elektrikten kaynaklanan emisyonları azaltmak mümkün. Fakat, dekor yapımında bol miktarda malzeme gerektiren bir dönem filminde, malzeme türüne bağlı olarak, enerji tüketimi değil inşaata bağlı karbon ayak izi daha fazla olabilir. Set inşasında kullanılan metal veya ahşap ile MDF veya plastik gibi malzemelerin atıklarının çevre etkileri birbirinden farklı.
Tüm filmler aynı şekilde üretilmiyor, ama herkes sete gitmek zorunda, set ve ekipmanın taşınması gerekiyor. Dolayısıyla ulaşımdan kaynaklı karbon salımı genelde yüksek oluyor. Dış mekan çekimlerinde kullanılan dizel jeneratörler de fosil yakıt kaynaklı yakıt tüketerek karbon salımını arttırıyor. Gıda da önemli bir etken, kompost yapılmayan ya da hayvan barınakları gibi yerlere gönderilerek değerlendirilmeyen artan gıda metan gazı emisyonlarına katkıda bulunuyor. Tüm çöplerle birlikte atık depolama sahalarına gönderilen gıda ve bahçe atıkları gibi organik atıklar bakteriler tarafından parçalanarak metan üretiyor. Metan, güçlü bir sera gazıdır, karbondioksitin 21 katı ısıyı tutma potansiyeliyle küresel ısınmayı tetikler.
Karbon ayak izini azaltmak için uygulanan yöntemlerin etkili olma oranı atık hiyerarşisine göre değerlendirilir. Buna göre ilk hedef atık miktarını azaltmak, sonra yeniden kullanım seçeneklerini değerlendirmektir. Geri dönüşüm ise en az tercih edilen yöntemler arasındadır, çünkü atık üretiminin azaltılmasına katkısı yoktur.
Film yapımında çevre dostu uygulamalar çeşitleniyor ama atık, enerji ya da yakıt kullanımını tüm üretim süreci boyunca azaltmak yerine hala en yaygın uygulamanın atıklarda geri dönüşüm olduğu söylenebilir.
Film üretiminde karbon ayak izini azaltmak için en iyi uygulamaların uygulanması, bireylerin alışkanlıklarında ve genel olarak endüstride önemli değişimler gerektiriyor. Bireysel farkındalığın artması etik bir motivasyon yaratabilir ve insanları çevresel iyilik için harekete geçmeye teşvik edebilir. Görüşme yaptığım kişilerin çoğu, açıklandığı takdirde çevre duyarlılığının insanların kolayca benimseyebileceği bir şey olduğuna inanıyordu.
Endüstride hızlı değişimlerin gözlemlenmesi ise, çevre dostu tedarik ağının genişlemesine ve sürdürülebilirlik uygulamalarına vergi indirimi gibi devlet teşviklerinin artmasına bağlı. Araştırma sırasında yaptığım görüşmelerde de ortak fikir, çevre dostu sürdürülebilir uygulamaların sadece gönüllü girişimler olmanın ötesinde, yasal ve mali zorunluluklara dönüştürülmesi gerektiğiydi.
Film endüstrisinin genel yapısı da sürdürülebilirlik açısından bir zorluk olarak düşünülebilir. Hem çekim öncesi hem de çekim sürecinde sürekli bir zaman baskısı olması uygulamaları değiştirecek kararlar almak açısından bir engel. Bu, Corbett ve Turco’nun raporunda da yer alıyor, film endüstrisinde “korku nedeniyle atık” sorunu olduğundan bahsediyorlar. Son dakika değişiklikleri atık yönetimi planlaması için bütçe oluşturmayı zorlaştırıp daha fazla atık oluşmasına neden olabiliyor. Aynı raporda sektördeki serbest çalışma geleneği de bir zorluk olarak ele alınıyordu, Londra’da görüştüğüm sektör temsilcileri de bunun üzerinde durmuşlardı. Film sektörünün merkezi olmayan yapısının, kısa vadeli ve sürekli değişen ekiplerin de etkisiyle birçok sektörde uygulanan çevresel programların benimsenmesinde zorluk yarattığı düşünülüyor.
Yasal düzenlemelerin gerekliliği tartışmasız olsa da, çevresel sorunların toplumsal ve ekonomik meselelerden bağımsız olmadığı bilinciyle meslek birlikleri ve sendikaların da bu konuyu sahiplenmesi ve bu yönde sektörde talep oluşturması önemli. Film fonları ve festivallerin teşvikleri de bu uygulamaları teşvik edebilir. Belki de en önemli adımlardan birisi ise her düzeyde sektör çalışanları arasında bu farkındalığı geliştirmek ve geleceğin profesyonellerini bu duyarlılıkla yetiştirmek diyebiliriz. Birleşik Krallık’ta sürdürülebilir film yapımı konusunda sektörü birleştiren BAFTA albert Konsorsiyumun ülke çapında 30 üniversite ile işbirliği yaparak öğrencilere ve eğitmenlere yönelik eğitimler düzenlemesi güzel bir örnek. Bu anlamda, albert konsorsiyumun eğitim ortaklarından Londra Brunel Üniversitesi işbirliğiyle EkoFilm: Sürdürülebilir Yapım Platformu kapsamında öğrencilere, eğitmenlere ve profesyonellere sağlanacak eğitimlerin, Türkiye’de film yapımın karbon ayak izini azaltmak için etkili bir başlangıç olacağına inanıyorum.
Birleşik Krallık film endüstrisi üzerine araştırma yaptığım dönemde yazdığım bir makalenin sonunda sormuştum: mevcut ekonomik sistemin kurallarına göre şekillenen yapım öncesi, çekim, yapım sonrası ve dağıtım süreçleri de dahil olmak üzere, galalar, yan ürünler, küresel pazarlama ve gösterimler gerçekten sürdürülebilir olabilir mi? Vandana Shiva’nın Yeryüzü Demokrasisi kitabında ifade ettiği gibi, şimdiye kadar normalimiz, kaynak kullanımıyla ilgili kararların doğanın sınırları yerine pazar kurallarına göre alınması oldu. Tüm bu sürdürülebilirlik çabaları içinde, ekolojinin ekonomiden ayrı tutulmasına neden olan bu alışkanlığın dönüşmesine öncelik vermek gerekiyor, ancak o zaman gerçek anlamda sürdürülebilirlikten bahsedebiliriz. Şu anda yürüttüğümüz tüm çalışmalar bu yola giden adımları oluşturuyor diye umuyorum…
Yararlanılan Kaynak: Ekin Gündüz Özdemirci – Greening the Screen: An Environmental Challenge