Yazan: Merve Selamet
Greta Thunberg’ün aktivist ruhu olmasaydı iklim krizi bugün, bu kadar çok gencin yüksek sesle konuştuğu bir konu olur muydu? Gezegende yaşamın sürdürülebilir olmasının yollarını arayan yüz binlerce aktivist otoriteleri bu konuda sorumluluk almaya davet eder miydi? Bu soruların cevabını bilemem ama bu aktivist ruhun eğlence sektöründeki yapımcıların dikkatini çektiği bir gerçek.
Televizyon, sinema ve medya endüstrisi, hikayelerine toplumsal sorunları konu ederek iklim krizi gibi pek çok konuda kültürel dönüşümü sağlamakta destekçi görevi üstleniyor. Bugüne dek milyonlarca kez kurtardıkları dünyayı gerçekten kurtarmak için toplumsal farkındalığı artırabilecekler mi göreceğiz. Ancak bu hikayede kurtarılmayı bekleyen değil, düşman insan. Kendi şeytanlarımızla verdiğimiz bu mücadelede peki mesela Wakanda’lılar gerçekten günümüz insanına dünyaya saygılı yaşam konusunda örnek olabilir mi?
Black Panther (2018) filmi, doğrudan iklim değişikliği üzerine odaklanmasa da çevresel sürdürülebilirlik ve teknolojinin doğayla uyumlu kullanımı gibi temaları barındırıyor. Film, Wakanda’nın gelişmiş teknolojisini ve zengin doğal kaynaklarını, özellikle de nadir bulunan metal vibraniumu, çevre dostu bir şekilde nasıl kullandığını gösteriyor. Wakanda’nın teknolojisi, çevreye zarar vermeden geliştirilmiş ve kullanılmış, bu da filmde sürdürülebilirlik ve doğa ile teknolojinin dengeli birlikteliğine dair güçlü bir mesaj veriyor. Film, yapay zekanın dört bir yanımızı sardığı günümüzde teknoloji geliştireceksen işte böyle dünyaya, kaynaklarına ve üzerindeki canlılığa saygı göstererek geliştireceksin ey insanoğlu diyor adeta.
Filmdeki Wakanda, yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanarak doğal habitatları koruyor ve çevresel sürdürülebilirlik konusunda bir model olarak sunuluyor. Bu, özellikle süper kahraman filmlerinde nadir görülen bir yaklaşım ve bu noktada Black Panther, teknoloji ve gelenek arasındaki dengeyi, aynı zamanda çevresel korumanın önemini vurgulayan bir örnek olarak öne çıkıyor. Wakanda’nın gelişmiş teknolojisi ve sürdürülebilir yaşam biçimi, modern dünyada karşı karşıya olduğumuz çevresel sorunlara alternatif çözümler sunan bir fantezi örneği olarak görülebilir ancak düşünce biçimi ve teknolojinin faydaya kullanımı konusunda da tüm insanlığa ilham verdiği yadsınamaz.
Black Panther aynı zamanda aktivizm ve toplumsal meseleler açısından önemli bir film… Filmde Wakanda’nın izole ancak teknolojik olarak gelişmiş bir Afrika ülkesi olarak tasvir edilmesiyle, geleneksel ve modern değerler arasındaki denge araştırılıyor. Ayrıca, sömürgecilik ve küresel eşitsizlik gibi konuları ele alırken, kendi kaynaklarını koruma ve küresel sorumluluk arasında bir denge kurmayı hedefliyorlar. Filmdeki karakterler, kendi toplulukları için adalet ve eşitliği savunurken, aynı zamanda geniş kapsamlı toplumsal değişimlerin nasıl gerçekleştirilebileceğini gösteriyorlar. Bu bağlamda, Black Panther sadece bir süper kahraman filmi olmanın ötesine geçerek, güçlü sosyal ve politik mesajlar sunuyor.
Kurmaca dünyada iklim krizinden muzdarip olan bir diğer hikaye de How to Blow Up a Pipeline (2022) filmi… Andreas Malm’ın aynı adlı kitabından esinlenerek radikal iklim aktivizmi üzerine yoğunlaşan bir yapım olan film, iklim değişikliğinden etkilenen sekiz kişilik bir grubun Batı Teksas’ta bir petrol boru hattını sabote etme planını işliyor.
Bu grup, güçlü figürlerin eylemsizliğine ve fosil yakıt tüketiminin çalışan sınıf üzerindeki orantısız etkilerine duydukları hayal kırıklığıyla birleşiyor ve daha radikal protesto yöntemlerine yöneliyor. Film, bu tür radikal eylemlerin etik ve ahlaki ikilemlerini, özellikle fosil yakıt endüstrisinin neden olduğu zararlara karşı kendini savunma bağlamında ele alıyor. Barışçıl protestonun etkinliği ve sistemik değişimi teşvik etmek için daha doğrudan, yıkıcı taktiklerin gerekliliği gibi konular üzerinde duruyor. Karakterler, dikkatsiz intikamcılar değil, önemli değişiklikleri tetiklemek için sabotajı tek seçenek olarak gören kararlı aktivistler olarak sunuluyor.
Filmin karakterleri, petrol rafinerisi kirliliğinden kaynaklanan kanserden, sıcak dalgaları nedeniyle ölümlere kadar, fosil yakıt endüstrisinin Amerikalılara nasıl zarar verdiğini temsil ediyor. Hikaye endüstriyel kirliliğin ve iklim değişikliğinin yükünün eşit olarak dağıtılmadığını vurguluyor. Yani iklim adaletsizliğine dikkat çekiyor. Özellikle Güney’de, birçok insanın fosil yakıt endüstrisiyle karmaşık ilişkilerini de ele alıyor. Bu esnada senaristler, bu tür aşırı taktiklerin potansiyel dezavantajlarını da göz ardı etmiyor. Boru hattı sabotajı gibi eylemlerin başlangıçta hareketi popüler olmaktan çıkarabileceğini ve fakirleri orantısız bir şekilde etkileyebilecek petrol fiyatlarını artırabileceğini kabul ediyor. Yapımcılar kolay cevaplar sunmaktan kaçınıyor, bunun yerine iklim değişikliğiyle mücadelede kullanılabilecek stratejilerin geniş bir yelpazesini tartışmaya açıyor. How to Blow Up a Pipeline barışçıl iklim aktivizminin içinde bir uyarı işlevi görerek, iklim değişikliğiyle mücadelede daha geniş bir taktik yelpazesi düşünülmesi gerektiğini öneriyor. Film ve kitabın popülaritesi, politik değişim için eski bir aracı yeniden gündeme getiriyor ve kullanım için sunuyor.
İklim değişikliği ve çevre aktivizmini ekrana taşıyan bir başka yapım da The Simpsons dizisi. Dizi, bu konuları genellikle Lisa Simpson karakteri üzerinden işliyor. Lisa, dizideki en önemli aktivist karakterlerden biri olarak çevre sorunlarına dikkat çekiyor ve bu konuda sıklıkla ailesi ve Springfield sakinleriyle çatışıyor.
Birkaç örnek vermek gerekirse, The Simpsons Movie (2007) filminde Lisa, Springfield Gölü’nün artan su kirliliği konusunda mahalle sakinlerini uyarmaya çalışıyor. Ancak, komşuları onun bu çabalarına pek ilgi göstermiyor ve kapıları yüzüne kapatıyorlar. “On a Clear Day I Can’t See My Sister” adlı bölümde ise Lisa, hızla eriyen Springfield Buzulu hakkında sınıf arkadaşlarına bir konuşma yapıyor. Fakat kardeşi Bart’ın şakası nedeniyle, bu ciddi konu komik bir duruma dönüşüyor. Lisa’nın çevre ile ilgili diğer önemli bölümleri arasında “Lisa the Vegetarian”, “The Squirt and the Whale”, “Lisa the Tree Hugger”, “The Old Man and the Lisa”, ve “‘Scuse Me While I Miss the Sky” bulunuyor.
Bu bölümlerde Lisa, bazen bir hayvanat bahçesinde kuzularla tanıştıktan sonra vejetaryen olmaya karar veriyor ve bu yeni yaşam tarzını benimserken diğerlerinin tercihlerine saygı göstermeyi öğreniyor. Bazen de kıyıya vuran ve ölmek üzere olan bir balinayı kurtarmaya çalışıyor. “Lisa the Tree Hugger” isimli bölümde bir çevre aktivistine aşık oluyor. Bölüm boyunca başta kardeşi ve babası olmak üzere tüm Springfield’e karşı çıkıyor ve bir ağacın kesilmesini önlemek için türlü çabalar sarf ediyor. Bu anlarda tek bir ağacın dahi aslında dünyamız için ne kadar önemli olduğunu Lisa ile birlikte keşfediyoruz.
“The Old Man and the Lisa” isimli bölümde ise Lisa, Bay Burns’a çevre dostu yollarla servetini geri kazanmasında yardımcı oluyor ancak sonuçlar beklendiği gibi olmuyor. Çünkü Bay Burn’ün servetini geri kazanma fikri mücadeleye zarar veriyor ve Lisa, çevre dostu yolların bu mücadelede ne kadar etkisiz kaldığı ile yüzleşiyor. Bu esnada bizler de dünya dostu eylemlerin dünyada neden bir değeri olmadığı sorusuyla baş başa kalıyoruz.
Dizi ya da filmlerdeki bu tasvirler aslında toplumsal farkındalıkların oluşması için de oldukça önemli. Çünkü insanlar izledikleri dizileri konuşmayı seviyor. Beğendiği dizi ya da filmdeki bir karakter gibi giyinmek, konuşmak ve davranmak istiyor. Bu noktada izlediğimiz hikayelerde ne kadar toplumsal konulara değinilirse bu konular için gereken dönüşüm de o kadar hızlı gerçekleşiyor. Dünyanın en önemli dizi ve film üreticilerinden biri olan ülkemiz için de darısı başımıza diyor ve ekranda daha fazla iklim tasviri göreceğimiz günleri iple çekiyoruz.